Yapay Zeka'nın Henüz Sahip Olamadığı O İlk Taş Hala Bizim Elimizde
Jun 02, 2025, eski blogdan aktarıldı.
Uzun zamandır yapay zeka konusunda kilitlenip kalmış durumdayım. Adeta elim kolum bağlanmış, geleceğimi göremez halde hissediyordum. Aslına bakarsanız hala öyle hissediyorum ama bu yazımda sanki tünelin ucunda bir ışık gördüm gibi, ondan bahsedeceğim.
Kendimi bildim bileli yaratıcı sektör çalışanıyım. Çocukken ressam veya heykeltraş olmak isterdim, üniversiteye gelince "bari aç kalmamak için reklamcı falan ol" dendiği için iletişim ve tasarım bölümünü okudum, reklamcı falan oldum. Ama hikaye hiçbir zaman tam olamadı; görsel becerilerime yeterince güvenmediğim için ilüstratörlük hayalimi rafa kaldırıp grafik tasarıma bile uzaktan baktım. Reklam yazarlığı, sektörün ve doğal olarak kapitalizmin zihniyeti nedeniyle becerip de sevemediğim bir iş oldu. Kurumsal şirkete girdim, orada bile yaratıcılık gerektiren her şey bana yaptırıldı ama sosyal medya görseli, kurum içi bülten tasarlamak ve yazmak gibi işlerden gına geldi. İşin teknisyenliğini, işçiliğini değil de bir sorunun kök nedenine inip önce onu halletmeyi seven bir kafa yapım olduğu için "işte buradaki bütün sorunların nedeni yanlış markalama" deyip, doğum iznimden sonra küçük marka ve girişimcilere freelancer şekilde marka danışmanlığı ve tasarımı işi yapmaya başladım. Tahmin edeceğiniz üzere, yurt dışından ilk müşterimi aldığım güne kadar Türk müşterilerinin "cumaya öderiz" mottosu sayesinde maddi olarak bir hayli zorlanmıştım. Tam yurt dışına marka tasarımı işi iyi gitmeye, mikro ihracat ile yolumu bulmaya başlamışken, ikinci hamileliğim ve Almanya'ya taşınma maceramızla birlikte onu da bıraktım.
Ben taşınma süreciyle ve bebek büyütmekle meşgulken, o sırada öyle çok da ilgilimi çekmeyen yapay zeka konusu almış başını gitmişti. Gözümü açtığımda, artık birkaç yıl öncesine kadar sunduğum tüm hizmetlerin teknisyenlik kısımları yapay zeka tarafından ham yapılmıştı. Önceleri sadece "aa bak, eskiden reklam ajansında yaptığım işleri AI yapıyor artık" diyorken, bu yıl logo tasarımı, hatta marka görsel konsepti belirleme gibi sanat yönetmenliği seviyesindeki işleri bile yapabilir halde gelmişti.
Bugün, Almanya'da iş bulamıyor oluşumun ana nedeni yapay zeka değil elbette; birincisi ekonomi durakladı, işe alımlar durdu, işten çıkarmalar arttı. İkincisi, ben Almanca bilmeyen ve yeni gelmiş biri olarak rekabetin çok çok gerisinde kalıyorum. Üçüncüsü, burada diplomanın ve maaş skalasının kuralları çok katı. Mavi yaka iş baktım, ciddiyim dedim Agentur für Arbeit'taki görevliye (Almanya'nın iş ve işçi bulma kurumu), cık dediler, "Önce B1 ol da gel. Hem senin üniversite eğitimin var, iş tecrüben var, belirli bir maaşın altında çalıştırılamazsın, yasal değil." Ama bu işsizlik dönemi beni yan yollar aramaya itti.
Tamam dedim öyleyse, burada da freelancer olayım. Ama bir baktım, sunmayı düşündüğüm ve "eskisinden daha kapsamlı sunacağım" dediğim yeni hizmet türlerimde bile yapay zeka bana hiç şans bırakmıyor.
Oturdum, araştırmaya, düşünmeye başladım. Araştırırken de ironik şekilde bol bol ChatGPT kullandım.
Bir insanı yapay zekadan daha özel ve farklı kılan, ya da en azından uzunca bir süre yapay zekanın ulaşamayacağı adacıklar bulmaya çalışıyorum. Bunlardan bazılarının özellikleri şöyle, ama henüz bir iş tanımı bulamıyorum. Belki de bu özellikleri kapsayan, yeni bir şeyler oluşacak zamanla:
1. Yapay zeka, "o ilk prompt"u yazamıyor. Yani ilk domino taşının, bir insanın çözüm arzusuyla tetiklenmesi gerekiyor. Ben neden çözüm ararım? Neden bir kitap yazmak, bir marka kurmak, bir şeyi görselleştirmek isterim? Bir konuda rahatsızlık duyduğum ve kendimi doğru ifade etmek istediğim için. İşte o ilk taş hala bizim elimizde. Yani umarım, uzunca bir süre daha yapay zeka bir şeylerden "rahatsızlık" duymaz. Yoksa ver elini Terminatörlü gelecek senaryosu...
2. Bir şeyin el yapımı veya insan yapımı olmasının değeri, yapay zeka çağında daha da artacak diye düşünüyorum. Hatta dijitalde işlerinin yapay zekaya kaptırılmasından korkan pek çok sanatçı geleneksel boyalarına, tuvallerine, çamur tezgahlarına, canlı müzik ve akustik performanslarına dönmeye başladı bile. Henüz yapay zeka işlerinin çok başında olduğumuz için insanlarda bir yenilik heyecanı ve sarhoşluğu var. Ama doyum ve alışma eşiği aşıldıktan sonra bu durum insanlarda eskiye özlem de doğuracaktır. Evet, el yapımı sanat belki de daha da nişleşecek ve kısıtlı bir kitleye ulaşacaktır. Ama zaten şu anda da öyle sayılmaz mı?
3. İçsel anlamda ise anda ve akışta kalmanın, yaratma deneyiminin içinde olmanın sanatçılar için bir ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bundan para kazanmak ise tamamen bir by-product yani amaçlanmayan çıktı. Sanatta esas amaç hiçbir zaman para kazanmak olmuyor, isteseniz de olamıyor çünkü o zaman o şey sanat olmuyor, siparişi verilmiş bir zanaat oluyor. Bu açıdan düşünecek olursak, "daha iyisini YZ yapabiliyorsa ben neden uğraşayım ki" diyen kişinin sanat damarlarından biri kopmuştur diyebilirim :) Ben de böyle düşünüyordum. Ama sonra kitabımı yazmaya başladığımda yaşadığım keyfi hiçbir şeye değişemeyeceğimi fark ettim. Evet, yapay zeka ile daha hızlı yazabilirdim. Ama amaç hızlı yazmak mı, yoksa sadece yazmanın o anki zevkini yaşamak mı? "Bunu ben yaptım" diyebilmenin gururu mu? İşte bu duygu da yine, YZ'nin asla elimizden alamayacağı bir şey.
4. Yaratan kişinin öyküsü ve sosyal bağlantıları. Birini sosyal medyada neden takip edersiniz? Bir yazarın kitaplarını neden özellikle tercih edersiniz? Yaratıcı kişinin becerilerinden öte, ilk aşamada o kişiyi takip ettiren, merak uyandıran özelliği, kişinin öyküsüdür. İlginç bir içerik, güzel bir çizim görünce "bu kimmiş ya" dersiniz, önce esere, sonra kişiye bakarsınız. Aynı şekilde, bu kişinin tanıdıkları da zaten tanıdığı için eseri merak edip destekleyeceklerdir. Popüler biriyse, eksponansiyel olarak daha da popüler olma şansı vardır; çünkü o kişiyi şahsen tanımasanız, hatta eserlerini çok ahım şahım bulmasanız bile sırf çoğunluk takip ediyor diye ona ilgi duyarsınız. Yani kişinin, diğer insanlar dünyasındaki konumu, öyküsü, ilişkileri, saygınlığı gibi pek çok unsur, onu yapay zekadan farklı kılan diğer şeylerdir. Evet, yapay zeka ile oluşturulmuş profiller var, merak da uyandırıyorlar, hatta bir kadın yapay zekasına aşık oldu evlenmek istiyor diyeceksiniz. Ama insan olmadıklarını biliyorsunuz, ee yani? Ne kadar dokunabiliyor ki size bu hikayeler? Ya da diyeceksiniz ki yapay zeka her şeyi insanlardan daha iyi yapacağı için zaten öyle eskisi gibi ünlü ve saygın kişilikler olmayacak. O da bir olasılık ama ben yine de söz konusu sosyal yaşam olduğunda insanın -çoğunlukla- insanla iletişim kurmayı tercih edeceğini ön görüyorum. Robotlar işte, eller oynaşta...
Peki meslek olarak ne yapacağız? Klasik endişemiz... Meslek dediğimiz şey işçi kafasıyla düşünmek aslında. İnsanlık ta 1800lerden beri "Bütün işi robotlar yapsa da biz otursak" hayaliyle yaşıyordu, aslında o hayal gerçek oldu ama biz işçi kafasından çıkamıyoruz. Patronlar işlerini yıllardır işçilerine delege ediyordu zaten. Bu onları değersizleştiriyor muydu, hayır. Aksine biz sürünürken onlar kazanıyordu. (Büyük patronlardan söz ediyorum tabii, esnaftan kobiden değil.)
Burada iki seçeneğimiz kalıyor:
a) "Yapay zekayı köpeeemiz yapıcaz, binicez üstüne vurucaz kırbacı" zihniyetini benimsemek. Emir veren konumuna kendimizi konumlandırmak, işçi kafasıyla değil, kapitalist ekonomide rekabet edip hayatta kalmak için habire fikir üreten, o ilk promptu yazan, yani domino taşını ilk iten patron kafasıyla düşünmek. Aklındaki resmi çizecek yeteneğin yok mu, çizdir. Reklama uygun fotoğraf prodüksiyonu yapma şansın yok mu, yaptır. Aklına fikir gelmiyor mu, sor ve yazdır. Ama her zaman o ilk itki sende...
b) Sanatsal üretimde tamamen kendimiz için, yani kendini ifade etme isteği artı yaratmanın, anda olmanın, akışı hissetmenin verdiği haz, ortaya çıkan esere bakıp aldığımız doyum, "ben yaptım" diyebilmenin gururu için hareket etmek. Sanatsal çıktılarımız, hala el yapımı bir şeylere ilgi duyan ve maddi gücü olan insanlar tarafından satın alınırsa ne ala. Ama belli ki artık gelir modelimizi buna (örneğin iyi çizim ve yazım becerilerimize) dayandırma şansımız yok.
Şimdi diyeceksinizi "eh eskiden sanat karın doyuruyor muydu ki?"
Bir ölçüde evet. "Benlik ifadesi" olarak olmasa da ya da kısmen olsa da, en azından şunu demek mümkündü; "Bizim çocuğun çizimi de pek iyi, ressam olup aç kalacağına grafik tasarımcı mı olsa?". Yani yazının en başında değindiğim şey. Şu anda lisede, çizim becerisi iyi olan, öyle ağzı laf yapmak, ikna etmek gibi sosyal becerileri olmayan, içe dönük bir gence nasıl bir kariyer önerilir?
Tarih, aç kalacağına siparişle portre yapan, aç kalacağına şapel tavanı boyayan, aç kalacağına mahkeme sahnesi resimleyen, aç kalacağına grafik tasarım yapan, aç kalacağına ajans atölyesinde sabahlayıp konkura hazırlanan, yani kısacası aç kalacağına yaratıcı becerileriyle öyle çok da ölüp bitmediği bir şeyler yapmayı kabul eden insanlarla dolu. Diğer mesleklerde de elbet vardır, ama bu durum sanatta özellikle öne çıkıyor. Çünkü sanatın, sanatçı olmanın insanın benlik algısıyla doğrudan ilişkisi var. İşte tam da bu yüzden, yukarıdaki "şimdi bu çocuk ne iş yapacak" sorusuna kalkıp da "zamanın ruhuna uyum sağlasın da bir zahmet prompt yazmayı öğrensin" demek kendi içinde ürkütücü bir boşluk barındırıyor. O boşluğu, sanatçı benliğine sahip olmayan birine anlatamıyorum. "O zaman başka iş yaparsın" tavrına karşılık o işin o kadar kolay olmadığını açıklayamıyorum. Çünkü karşımdaki çoğunluk, sanatçı değil. (Bu noktada hala okumadıysanız Julia Cameron'un kitabı Sanatçının Yolu kitabını tekrar tavsiye edeceğim. Sanırım benim de değişen kafa yapımla bir daha okumam gerekiyor.)
Reklam ajansı atölyesindeki yaratıcı işçi örneğinden başladım, şimdi sırayla yukarıya doğru çıkalım.
Sırada, yaratıcı yönetmenimiz var. Bu kişi artık yaratıcılığıyla takdir toplayıp belirli bir mesleki doyuma ulaşmış, Alaçatı'da kafe açma hayalleri kurmaya başlamıştır. Ama o da özünde, iç dünyasında aynı yerden gelmiştir. O da bir yaratıcıdır. Onun şansı, vizyon sahibi olmasıdır. Eskiden atölyedeki gençlere yaptırdığı şeyleri artık promptlarla, yapay zekaya daha hızlı ve nazsız niyazsız yaptırabilir, revizyonları "kırmadan söylemek" zorunda kalmadan halledebilir. Kendisi de hala sağlamdadır. Çünkü o, orkestra şefliği konumunu yapay zeka karşısında neredeyse korumaktadır. (Bu görsel vizyon konusundaki fikir için sevgili dostum, yönetmen Nisan Dağ'a atıfta bulunmasam olmaz, zira son zamanlarda birbirimize podcast kalitesinde sesli mesajlar gönderdiğimiz yegane gündem maddemiz bu. Aynı üniversiteden mezun olduk olalı böyle hepimizi kenara atan keskin bir virajla yüzleşmemiştik, boğulmamak için birbirimize sarılıyoruz galiba.)
Bir üst kademeye çıkalım. Orada kim var, ajans başkanı. Diyeceksiniz ki ajans başkanı da prompt yazar, patron da. O zaman bırak yaratıcı ekibi, direktörü, ajansa bile gerek kalmaz ki? Evet, ben de bu düşüncedeyim ama sanırım ajans dediğimiz şeyden geriye bir kişi kalacak. Ve o kişi ajans başkanı bile olmayacak. Neden, çünkü görsel vizyonunuz ve kök nedeni görüp ona yönelik bir proje için ilk promptu yazma beceriniz yoksa, yapay zekadan elde ettiklerinizin gereken kısımlarını elden geçiremeyecekseniz, yani orkestranızı doğru yönetemeyecekseniz yine bir yaratıcı yönetmene muhtaç kalacaksınız demektir (Yine verdiğin umut için teşekkürler Nisan. Senden cesaret almasam ben bunları sesli söyleyemezdim galiba). Ortalık uzunca bir süre "bunları artık YZ ile biz de yaparız" diye gaza gelip ekibindeki sekreterlere reklam tasarlatan akıllı (!) patronların ürettirdiği korkunç işlerle dolup taşacak muhtemelen. Dip not: Reklamcılıktan nefret ediyorum.
O zaman, ortalık çok sayıda tek kişilik dev kadrolarla dolacak, yani herkes bir anda "Ben de kıraatif direktörüm işte! Benim de vizyonum var!" diye bağırmaya başlayacak da olabilir. Bu dönemin bir diğer zorluğu da şu; hala eski usül logo tasarımcısı vs arayan insanlar var piyasada. Ama onlar ne zamana kadar var olacak, hangi yeni iş türü neye evrilecek de piyasa bunu anlayıp, benimseyip, ona göre iş ilanı açacak, o da belli değil. Öyle bulanık bir dönem ki, görüş mesafesi 1 yıldan az, ortalık toz duman, altımızdaki güvertede yerler kayıyor ve o sırada tam olarak göremediğimiz birileri dötümüzü falan fortluyor. Delinin teki de direğe tırmanmış, "dalga geliyooo, boğulmak istemeyen prompt yazsıııın" diye bağırıyor.
Eğri oturup doğru konuşalım. Çizer olmayı hep çok istemiştim, ama hiçbir zaman o kadar uğraşacak sabrım ve "bunu ben çizdim bakın" diye ortaya atlayacak, kariyerimi salt bunun üstüne inşa edecek cesaretim olmadı. Keyfine çizmeyi, çizerek düşünmeyi ve tasarlamayı, alan varsa kişisel işlerimi satabilmeyi severim ama bunda iddialı sayılmam. Yazarlıkta, karşımdaki müşterinin vizyonu kadar çılgın bir fikirle gelebilirim. Karşımdakinin marka algısı kıtsa, günü kurtarmak için reklam veriyorsa, onunla da ortak bir becerimde buluşamayız. Sosyal kelebek değilim, sözlü ikna işlerinden, yüz yüze veya telefonla görüşmelerden hoşlanmam (zaten elime yüzüme bulaştırırım). Bir partiye katılmak yerine bir odaya kapanıp ilgimi çeken konuda saatlerce kitap okuyup kendi başıma yazı yazmayı ve çizmeyi tercih ederim. O çok övdükleri "multi-tasking" becerisinde berbatım. Birini dinlerken gözüne bakarsam ne dediğini anlamam, gözüne bakmazsam dediklerini anlarım ama bu sefer ayıp etmiş olurum. Yüz körüyüm, insanları sokakta görünce ismiyle ve nereden tanıdığımla birleştiremiyorum. Selam verene mal mal bakıyorum bu kimdi diye.
Geriye kalan, yapay zeka dünyasında para edebilecek potansiyel becerim ne? Cidden ne? Her zaman "jack of all trades master of none" oldum. Şirketlerde "joker eleman" denenlerden. Belki hadi birazcık şu kök nedene inme ve konsept yaratma isteğim, ilgim sayesinde markalama işlerinde fena gitmedim yurt dışı müşterilerle. Ama yine de, tam olarak şunun uzmanıyım diyebileceğim bir işçilik becerim, bir mesleğim olmadı.
İşçi olarak hiçbir yerde kendine ait bir oyuk bulup, içine yerleşip kök salamamış olmam, hiçbir şirketin "biz aileyiz" felsefesine aidiyet hissedememem acaba bugüne kadar bir dezavantajken yapay zeka ile avantaja çevrilebilir mi? Özgeçmişimin aylardır geri çevrilmekte olduğu ve freelance olarak bile tam olarak neyi hedeflemem gerektiği, 2 yıl gibi kısa bir sonra bile ne tür hizmetlere odaklanıp hangilerini öldürmem gerektiğini ön göremediğim şu dönemde, işte bunlara kafa yoruyorum.
Bu yazdıklarım Linkedin dünyasında temcit pilavı gibi dönmüş durmuş, klişeleşmiş olsa gerek. Konvoya yeni katılmış biri olarak içimi dökmek istedim. Biraz yaratıcı sektör özelinde oldu ama, benim de kendimi ilgilendiren ve kafayı taktığım kısmı burası zaten.
Ha bu arada, bu yazıya zerre YZ değmedi.
Peki, sizce okuma deneyiminize değmiş mi?
Sizi bilmem ama benim için yazma deneyimine değdi! Oh, düşüncelerimi ortaya döküp biraz düzene sokunca bana bir rahatlama geldi...
Esenlikler dilerim.